Demiş ki Hz. Mevlana;
“Seni seveni zehir olsa yut.
Seni sevmeyeni, bal olsa da unut.”
Aslında sevmek bir insanı, kusurlarıyla kabullenmektir.
Eğer sizin hayallerinize tutunan biri ile karşılaştıysanız, onun ellerini sımsıkı tutun hatta yüreğinizin elleriyle bırakmayın; ellerini çoktan uzatmıştır bile size. Eğer size yeni hayaller sunabilen ve onları yaşatabilen biri varsa hayatınızda, ömrünüzü avuçlarınızda saklayıp bir tek ona verin; çünkü hayaller kurmak kadar onları yaşatmak da zordur, iki kişi gerek. Kendinizden biliyorsunuzdur yeni hayaller kurmak, yeni başlangıçlar yapabilmek zordur. Hayaller kurup o hayallerden vazgeçmeyenler vardır, işte onlardır kısa bir ömürcede uzunca bir yolculuğa çıkanlar; uzun bir hikâyede.
Hayatın bir ucundan sen tut, bir diğer ucundan da o; kusurlarıyla insanı sevmek böyle olur. Böyle böyle yaşanır uzun hikâyeler… Mustafa Kutlu’nun yazdığı Osman Sınav’ın yönettiği “Uzun Hikaye” filminde ne de güzel bir diyalog geçmiştir:
“Ayakkabılar eskir be Ali’m, her şey eskir.
Bak sen hâlâ sevdiğim adamsın, sen eskime..”
Ah Muhsin Ünlü ne de güzel söylemiş,
İnsanların ayrıntılara boğulmadığı günlerden kalma, güzel bir cümle vardır: “Göz gördü, gönül sevdi.”
Gönülden sevdikten sonra gözün gördüğü “güzellik”ten başka ne ola ki…
“Sen iyi olsan, ben dosdoğru olsam
Kalemden kağıda bu romanlar, bu şiirler nasıl yazılırdı?
Değil bir gün, değil bir ay,
Bir ömür kim birbirini beklerdi?
Güzellik gökkuşağındadır; yedi renk eksiksiz,
Bir hayata iki renk yeter, istisnasız…” / Gökhan Atmaca, 08.07.12
Allah rızası için sevdik mi birini? Bir hayata iki renk yeter, istisnasız; bir sevdiğin, bir sevildiğin… Sevmek, kusurlarıyla insanı; dost’la dost olmaktan geçiyordur belki de…